HABER MERKEZİ - KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, devlet ve iktidarın sürece yaklaşımını eleştirerek, “Devletin Önder Apo’ya doğru yaklaşması gerekir” dedi. Karasu, Meclis Komisyonu’nun sorumlu davranması gerektiğini belirterek, “Önder Apo’nun Meclis’te konuşması gerekiyor” diye belirtti.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’de yayınlanan özel programda Kadir Hürdoğan’ın sorularını yanıtladı. Karasu, DEM Parti İmralı Heyeti’nin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 28 Ağustos’ta yapılan görüşme, iktidarın Barış ve Demokratik Toplum sürecine yaklaşımı, Meclis Komisyonu’nun çalışmalarına dair önemli değerlendirmelerde bulundu.
‘ÖNDER APO BAŞMÜZAKERECİDİR’
Mustafa Karasu, Abdullah Öcalan ile 28 Ağustos’ta yapılan görüşmenin gecikmeli bir görüşme olduğunu belirterek, “Görüşmenin bu kadar gecikmesi tabii ki AKP iktidarının yaklaşımını ortaya koyuyor. Böyle çok önemli konuda, işte Önderlik Barış Ve Demokratik Toplum çağrısı yaptı. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda çok önemli adımlar attı. Hiç kimsenin beklemediği adımlar attı. Bu Türkiye'de demokratikleşme ve Kürt sorunu çözümü açısından bir umut yarattı. Böyle bir ortamda görüşmelerin bu düzeyde gecikmesi, tabii ki kabul edilemez bir durumdur. Çünkü Önder Apo baş müzakerecidir. Kürt halkının önderidir. Kürt sorununun muhatabıdır. Türkiye'nin demokratikleşmesinin muhatabı da Önder Apo'dur. Çünkü demokratikleşmeme, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanıyor. Bu bakımdan Türkiye'nin demokratikleşmesi konusu da bizzat Önder Apo'nun muhataplığıyla, O’nun mücadelesiyle, O’nun devletle yapacağı müzakereyle gerçekleşecek bir konudur. Kuşkusuz demokrasi mücadelesi onlarca yıldır veriliyor. Onun yarattığı birikim var. Kürt halkının özgürlük mücadelesi yüzyıldır veriliyor. Bunun yarattığı birikim var. Önder Apo, tüm bu birikimlere dayanarak, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü yaratmak istiyor” şeklinde konuştu.
‘GÖRÜŞMENİN GECİKMESİ İKTİDARIN YAKLAŞIMINI ORTAYA KOYUYOR’
Kürt sorununun çözümünün Türkiye’nin en önemli konusu olduğunu vurgulayan Karasu, “Böyle önemli bir konuda, Türkiye'nin en temel sorunları konusunda böyle bir baş aktör varken, müzakereci varken, büyük bir rol oynaması gereken Önder Apo gerçeği ortadayken, bu görüşmenin geciktirilmesi sürece ciddi yaklaşmamanın bir ifadesidir. Biz bunu böyle anlıyoruz. Kürt sorununun çözümünde Önder Apo'nun tutumu, Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda Önder Apo'nun tutumu, yine Türkiye'nin diğer sorunları konusunda Önder Apo'nun tutumu, söyledikleri çok çok önemlidir. Bu yönüyle bırakalım bir ayı, 15 günü, Önder Apo'nun sürekli çeşitli kesimlerle görüşmesi lazım. Demokratik çevrelerle görüşmesi lazım. Aydınlarla, gazetecilerle görüşmesi lazım. Siyasilerle görüşmesi lazım. Ve bu görüşmeler yoluyla Türkiye'nin demokratikleşmesinde en doğru yol nasıldır, hangi adımlar atılmalıdır, bunlar ortaya çıkar. Çünkü tartışmalar, görüşmeler sürecin olgunlaşmasını, sürecin sonuca götürülmesi konusunda hangi adımların, hangi yöntemlerle atılması gerektiğini ortaya koyar. Bu da Barış ve Demokratik Toplum sürecinin gelişmesini sağlar. Bu yönüyle eğer gerçekten devlet, AKP-MHP iktidarı Kürt sorununda çözüm istiyorsa, o zaman bu görüşmelerin böyle uzun süreye yayılmaması gerekiyor. Uzun süreye yayılması aslında soruna ciddi yaklaşmamadır. Türkiye'nin bu kadar sorunu varken, Ortadoğu'da sorunlar bu kadar ağırlaşmışken böyle dönemlerde temponun, tarzın yüksek olması gerekiyor. Zamanında hızlı adımların atılması gerekiyor” dedi.
‘ZAMANA YAYILAN HER ŞEYİN DE RİSKLİ OLACAĞI AÇIKTIR’
Karasu, iktidarın bu tutumunun süreci olumsuz etkilediğini ifade ederek, “Eğer böyle yapılmıyorsa, o zaman demek ki süreç doğru anlaşılmıyor, doğru yaklaşılmıyor ya da işte bir oyalama yapılıyor, zamana yayılıyor. Zamana yayılan her şeyin de riskli olacağı açıktır. Zamanın ne getireceği belli değildir. Sorunlar zamanda çözülmezse o sorunlar tıkanabilir, çürüyebilir, farklı mecralara evirilebilir. Bu yönüyle sorunların çözümünü zamanında erkenden yapmak, bunun için de görüşmeleri hızlandırmak, özellikle Önder Apo'nun rol oynamasını hızlandırmak çok çok önemlidir. Bundan sonraki süreçte gerçekten sürece nasıl yaklaşılacağı, sürece ne kadar ciddi yaklaşıp yaklaşmadığının ölçüsü de Önder Apo'ya yaklaşım olacaktır. Önder Apo'nun sıklıkla görüşülüp görüştürülmeyeceğine bağlı olacaktır. Yine tabii ki en önemlisi de Önder Apo'nun koşullarının özgür ve çalışılabilir hale getirilmesi ve tabii özgürlüğünün gündemleşmesi ve somutlaştırılmasıyla mümkün olabilir. Biz bu nedenle süreci yakından takip ediyoruz” ifadelerini kullandı.
‘ÖNDER APO NE ALDANIR, NE ALDATIR’
Abdullah Öcalan’ın son görüşmede yaptığı değerlendirmelere dikkatleri çeken Mustafa Karasu, şunları söyledi: “Şimdi, Önder Apo'yla görüşme oldu, görüşme kısmen yansıdı. İşte T24’e de yansıdı. Yine Pervin Buldan, görüşme konusunda televizyonda bazı değerlendirmeler, bilgiler verdi. Gerçekten de bu görüşmede Önder Apo çok önemli değerlendirme yapmış, tutumlar ortaya koymuş. Bir nevi aslında sürecin yönünün nasıl olacağını, olması gerektiğini belirtmiş. Önder Apo açıkça, bu sürecin oyalanmadan, oyalamaya mahal vermeden ciddi biçimde ele alınması gerektiğini vurgulamış. Biz her zaman vurguluyoruz, Önder Apo da kendi rolünü vurgulamış. Kendi rolünün öyle sıradan bir rol olmadığını vurgulamış. Evet, sıradan bir rol değil, baş müzakereci. 50 yıllık savaşın bitirilmesinde rol oynayan bir önderlik, yüzyıllık işte Kürt sorununun çözümü için inisiyatif alan, rol oynayan bir önderlik. Bu yönüyle böyle yaklaşılması gerekir. Herhangi bir sıradan kişi değil ki. Önder Apo bir aktördür. Bu yönüyle Önder Apo'ya devletin doğru yaklaşması gerekir. Yetkililerin doğru yaklaşması gerekir. Biz daha önce de defalarca söyledik: Önder Apo ne aldanır ne de aldatır. Önder Apo'yu aldatmak mümkün değildir. Önder Apo aldanmaz. Bu yönüyle işte Önder Apo'yla görüşecek, oyalayacaklar, zamana yayacaklar, kendilerine göre bir gündem belirleyecekler, bir planlama yapacaklar, ona göre bu süreci götürecekler. Bu kendini kandırmaktır. Bu, sürece karşı gayri ciddi yaklaşımdır.”
‘ÖNDER APO’YA YAKLAŞIMINIZ NE OLACAK?’
Karasu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024 tarihli sözlerini hatırlatarak, “Devlet Bahçeli açıklama yaptı. Gelsin Meclis’te örgütü feshetsin dedi ve umut hakkı uygulansın dedi. Böyle dedi. Bu aslında bir taahhüttür. Bu hükümetin taahhüdüdür. O sadece Devlet Bahçeli'nin görüşü değildi. Devlet Bahçeli'yle Erdoğan görüştü, ortak kararla bu adım atıldı. O zaman Önder Apo'nun meclise gidip konuşması lazım. Hatta siyaset yapsın dedi, gelsin DEM Parti sıralarında. Umut hakkı uygulansın dedi. Şimdi bunların yapılmaması, o zaman verilen sözlerin ne anlamı var yani? Niye bu sözler veriliyor? Umut hakkının uygulanması lazım. Önder Apo'nun serbest çalışır koşullara kavuşması lazım. Gazetecilerle görüşmesi lazım, aydınlarla görüşmesi lazım, siyasilerle görüşmesi lazım, heyetlerle sık sık görüşmesi lazım. Şimdi bu nedenle Önder Apo, böyle gecikmeyi doğru bulmuyor. Anlamsız buluyor. Bu gecikmenin, bu sürece, kendisine bir yanlış yaklaşım olduğunu düşünüyor. Bu bakımdan şu açıktır; biz de söylüyoruz, Önder Apo'ya yaklaşımınız ne olacak? Doğru yaklaşacak mısınız? Baş müzakereci olarak görecek misiniz? Sorunların çözümünde temel aktör görecek misiniz, yoksa kendinize göre bir planlama yapıp, bir kullanma, bir oyalama mı yapacaksınız?” diye sordu.
Karasu, devlet ve iktidarın Abdullah Öcalan’a doğru yaklaşması gerektiğini vurgulayarak, “Devletin veyahut yetkililerin kendine gelmesi gerekir. Bu hareket 50 yıldır mücadele ediyor, tecrübesi var. Önderliğin büyük bir siyasi tecrübesi var, deneyimi var, sezgileri var. Bu bakımdan doğru yaklaşılması gerekir. Doğru yaklaşılmazsa en büyük zararı Türk devleti görür. Önder Apo bu sorunu çözmek istiyor. İşte barış, demokratik toplum, entegrasyon. Entegrasyon derken demokratik entegrasyon, cumhuriyetle birleşme, bütünleşme. Ama nasıl? Demokratik temelde. Kürt halkının varlığının, kimliğinin kabul edilerek bütünleşmesi gerekir. Öyle anlaşılması gerekir. Yoksa Kürtler üzerinde asimilasyon, soykırım politikaları devam edecek. O zaman ne bir entegrasyon olur ne bütünleşme olur ne de bu süreç ilerler. Bu yönüyle Önderlik temel barış, demokratik toplum, entegrasyon. Barış olacak, demokratik toplum olacak, yani Kürtler özgürce örgütlenecek, kendini ifade edecek, irade sahibi olacak. İşte kendi hakları kabul edilecek. Kimliği, kültürü kabul edilecek. Öz yönetimi, iradesi kabul edilecek, işte belediyelere bilmem ne atanıyor. Belediyelere bile tahammül edilmiyor. İşte demokratik toplum bunların gerçekleşmesi temelinde olacak. Ondan sonra entegrasyon. Entegrasyon öyle olur. Yoksa entegrasyon, bunlar barış olmayacak, demokratik toplum olmayacak ama entegrasyon olacak. Bu entegrasyon değildir. O asimilasyonun, soykırımın devamı olur. Bu yönüyle de gerçekten doğru yaklaşılması gerekir” diye konuştu.
‘ÖNDER APO ÇÖZÜMLEYİCİ YAKLAŞIYOR’
Karasu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Önder Apo pozitif rol oynuyor, çözümleyici yaklaşıyor. Bu konuda gerçekten makul bir yaklaşım gösteriyor. Önderlik devlet sistemine, devlete karşı olduğunu söyledi. Ama bir devletle de müzakere temelinde bütünleşme gerekiyor. Yoksa tamam devlet olmayacak ama diğeri Kürtlerin varlığı, hakları, hiçbir şey kabul etmeyecek. Entegrasyon, o mevcut politikanın devamı olur. Bu yönüyle Önder Apo uyarmıştı, böyle olursa tıkanır, eskinin devamı olur, yüz yıllık isyanlar olmuş, 50 yıldır savaş sürüyor, o zaman bunun nedenlerini ortadan kaldırmak lazım. Bu konuda bir yoğunlaşma, yaklaşım olmayacak ama bir süreçten söz edilecek. Bu yönüyle Önder Apo’nun barış, müzakere, demokratik toplum dediği konu çok önemlidir. Bu konuda Önder Apo kendisinin rolünün doğru anlaşılması, kendisine doğru yaklaşılmasını istemektedir. Öyle yanlış yaklaşımlar, hatta Önderlik buna “Muaviye yöntemleri” diyor. “Muaviye” yöntemleriyle aldatmak, oyalamak, oyun yapmak olmaz. Biliyorsunuz ‘Muaviye'nin işte Siffin Savaşı'nda nasıl hileyle savaşı kazandığı ortadadır. Hazreti Ali orada iyi niyetli yaklaşıyor. Tabii ki Muaviye yöntemi karşısında saf olmamak gerekiyor. Ne Önderlik saf olur, ne biz saf oluruz. Bu yönüyle, bize karşı, Önderliğe karşı yaklaşımların çok doğru olması gerekir.”
‘MEDYA DİLİNİN DEĞİŞMESİ GEREKİR’
Mustafa Karasu, medyanın sürece yönelik dilini de değerlendirdi ve şunları söyledi: “Türkiye medyasının yüzde 95'i kimin elinde? AKP'nin elinde, AKP-MHP İttifakının elinde. Geçmiş dönemde nasıl çalışıyordu bu? Belli bir konuya odaklanıyordu, hepsi o konuda bir yaklaşım gösteriyordu, bir algı yaratmaya, toplumu yönetmeye, yönlendirmeye çalışıyorlardı. Şimdi soruyoruz AKP-MHP yönetimine; eğer bu sorunu gerçekten samimiyseniz, çözmek istiyorsanız, o zaman bu bütün basının dili değişmesi gerekiyor. Basının bu süreci destekleyen, bu sürece olumlu yaklaşması gerekiyor. Önder Apo'ya doğru yaklaşması gerekiyor. Hem Önder Apo'ya doğru yaklaşılmayacak, hala bilmem terörist, terörist başı denilecek ve ondan sonra da çözüm süreci, biz sorunu çözmek istiyoruz denilecek. Ya buna kim inanır? Bu aldatma olur. Bu açıdan samimiyse hükümet, ki diyor biz işte bu süreci sonuca götürmek istiyoruz, o zaman bu medya dilinin değişmesi gerekir. Çünkü kontrollerindedir. Öyle bağımsız medya yok. Bir yıl önce nasıldı medya? AKP-MHP ne belirliyorsa, sabahtan akşama kadar onun borozanlığını, onun propagandasını yapıyordu. Şimdi niye böyle bir süreç varken, bu da Türkiye'nin en temel sorunu, tarihi sorunu, diğer sorunlar o kadar esas sorun değildi. Tali sorunlardı. Bu esas sorun, bu esas sorunda da o zaman bu basının, AKP'nin, MHP'nin bu imkanların, barış ve demokratik toplum sürecini geliştirme, olumlu yönde geliştirme açısından rol oynaması gerekiyor. Pozitif yaklaşması gerekiyor. Evet geçmişte savaş olmuş ama şimdi barış yapılmak isteniyor. Barış nasıl yapılır? Barış hep kavga ederek, birbirini suçlayarak mı yapılır? Barış ortamı demek birbirini anlama, uzlaşma, bir anlaşmaya varma sürecidir. Hala bu süreçte harekete yönelik, bilmem şöyle terörist, şöyle, Önderliğe yönelik şöyle yaklaşımlar sürüyorsa, bu doğru bir şey değildir. AKP iktidarı bu tutumu değiştirmesi gerekiyor yani. Biz anlamıyor muyuz yani? Oradan anlıyoruz ki bu iktidar nasıl yaklaşıyor?
‘HALKIMIZ BU SÜRECE İNANMALI VE DESTEKLEMELİ’
Biz bu, biz bu süreci sonuca götürmek istiyoruz. Önder Apo dedi, ‘Ben başlattığım inisiyatifin arkasındayım.’ Önder Apo süreci götürmek istiyor. Biz de Önder Apo'nun başlattığı bu sürece tam destek veriyoruz, halkımız destek veriyor, destek vereceğiz. Çünkü biliyoruz ki bu süreç başkalarının insafına bırakılmayacak kadar değerlidir. Ne AKP'nin ne başka birisinin insafına bırakılamaz. Onların yaklaşımı ne olursa olsun, biz mücadele ederek, Önderlik doğru bir mücadele yöntemiyle, yaklaşımla bu süreci geliştirerek, halkımızda her yerde destekleyerek bu iktidarın yarın bir gün ne yapacağı belli olmaz. Onu bilemeyiz. Ama halkımız böyle yaklaşmamalı. Halkımız bu sürece inanmalı ve desteklemelidir. Kaygılıyız demekle olmaz. Destekleyerek bu süreci başarıya götürebiliriz. Tabii ki devlet, AKP, MHP oyun peşinde olur. Buna da tabii hazırlıklı oluruz. Herhangi bir saldırı olduğunda da gereken yaklaşımı gösteririz ama bugün bu süreci başarıya götürme görevimiz var. Hepimizin bu yaklaşımla hareket etmesi lazım. Tabii ki içerde, dışarıda, halkın da dış güçlerin de AKP'ye yönelik bir eleştiri geliştirmesi anlaşılırdır. Bu yönüyle eleştiriler geliştirilir, geliştirmek lazım. Bu yapılan yanlış yaklaşımları teşhir etmek lazım.”
CHP’YE YÖNELİK BASKILAR: SÜRECE KARŞI PROVOKASYONDUR
İktidarın CHP üzerinden muhalefete yönelik baskı ve saldırılarına değinen Mustafa Karasu, “Şimdi gerçekten belediyelere kayyum atama, il yönetimlerine kayyum atama, kongreyi iptal edip kayyum atama yaklaşımları zaten anti-demokratik yaklaşımlardır. Somut olarak da güncel olarak da sürece karşı provokasyondur, provoke etmedir. Dünyanın her tarafında bu tür süreçlerde bu sürecin muhatapları olan iktidarlar, muhalefetin desteğini almak, toplumun desteğini almak için çaba gösterirler ki doğru süreci doğru yürütsünler, başarıyla yürütsünler, süreç sonuca gitsin. Şimdi tersi bir durum. Bu yanlış. Böyle şey olabilir mi? Ya yüzyıllık sorunu, Türkiye'nin en temel sorununu çözmek istiyorsun. Bunun için toplum desteği alacaksın. Toplumsal destek alınmadan bu tür sorunlar çözülebilir mi? Şimdi toplumsal desteğin güçlü biçimde alınması gereken bir sorunda, muhalefete bu kadar yönelmek, muhalefete bu kadar saldırmak gerçekten bir provokasyondur. Açıkça muhalefete ‘Sen bu işe karışma, sen uzak dur’ demektir. Muhalefeti bu süreçten uzak tutmaktır. Bunu böyle belirtmek gerekiyor. Fakat Özgür Özel yaptığı programda doğru bir yaklaşımla, haklı bir yaklaşımla ‘Onlar bizi bu süreçten koparmak istiyor. Komisyondan çıkarmak istiyor. Bu iktidarın politikası, biz buna alet olmayacağız, buna gelmeyeceğiz’ dedi. Gerçekten doğru tutum gösterdi. Çünkü Kürt sorunu, Türkiye'nin demokratikleşme sorunu, Türkiye'nin temel sorunu” şeklinde konuştu.
‘MUHALEFET PROVOKASYONLARA GELMEMELİ’
Kürt sorununun ve çözümünün muhalefetin temel sorunu olduğunun altını çizen Mustafa Karasu, “Komisyona Milli Birlik, Danışma ve Demokratikleşme denildi. O zaman bu komisyonun demokratikleşme yönünde adım atması için tabii ki CHP'nin ve muhalif kişilerin içinde yer alması lazım. Ama gerçekten iktidarın tutumu da kabul edilir değil. Bir provokasyon, kayyum atama. Kayyum demek, demokrasi karşıtı demektir. Belediyelere kayyum ata, bilmem partiye kayyum ata, şirketlere kayyum ata, şuna kayyum ata... Bu aslında hiç kimsede irade bırakmama. Bu aslında hiçbir kurumun, hiçbir çevrenin güvencesi yok. Her gün kayyum atanabilir. Böyle giderse belki ailelere bile kayyum atarlar. Bu bakımdan tabii biz o tutumları yanlış görüyoruz. Tabii buna karşı demokrasi güçlerinin tutum göstermesi gerekiyor. Muhalefetin de bu provokasyona gelmemesi, Barış Ve Demokratik Toplum sürecine aktif katılması gerekir. Çünkü Kürt sorunu bir yönüyle de demokratikleşme sorunudur. Şu yanlış, ‘Biz AKP'ye inanıyoruz, inanmıyoruz’ şeklinde sorunu belirlemek yanlıştır. Bir süreç var. Biz bunu başarıya götürmek için yükleniyoruz. Esas muhatap biziz, biz yükleniyorsak, o zaman muhalefetin de yüklenerek, bu sürecin demokratikleşme doğrultusunda çözüme götürmesinde katkı sunmamız lazım, rol oynamamız lazım. Muhalefete de böyle bir görev düşüyor” diye belirtti.
‘MECLİS KOMİSYONU SÜRECE DENK BİR YAKLAŞIM İÇİNDE DEĞİL’
Barış ve Demokratik Toplum süreci kapsamında kurulan Meclis Komisyonu’nun işleyişinin sürece uygun olmadığını belirten Mustafa Karasu, şu değerlendirmelerde bulundu: “Sürece denk, layık bir yaklaşım içinde değil. Çünkü Meclis Komisyonu, Türkiye'nin en temel sorununa ciddi yaklaşması gerekiyor. Şimdi özellikle bu konuda Önderliğe ciddi yaklaşılması gerekiyor. Biz şunu söylüyoruz: Önder Apo özgür, çalışır hale gelmeden, Önderlik aktif rol, müzakereci olmadan, bizim hareket olarak yapacağımız hiçbir şey yoktur, kalmamıştır. Partiyi feshettik. Silahlı mücadeleyi durdurduk ve irademizi göstermek için de Besê arkadaşın öncülüğünde silahlar yakıldı. Bizim yapacağımız bu kadardı. Bundan öte kimse bizden, örgütten bir şey beklemesin. Önderlik dedi, biz yaptık. Bu bakımdan komisyonun bunları dikkate alması lazım. AKP iktidarının bunu dikkate alması lazım. Devlet Bahçeli umut hakkı dedi. Bunu uygulanması lazım. Önderliğin özgürleşmesinin sağlanması gerekiyor. Böyle süreç yürür yani, Önderlikle yürür. Bizimle yürümez. Halkımız da Önderliği baş müzakereci kabul etti, biz de kabul ettik. Dünya da biliyor, devlet de bunu böyle kabul etti. Çünkü Önder Apo'nun böyle bir rolü var. Zaten ilk günde dedi, ‘Benim bir gücüm var. Benim siyaset ve hukuk zemininde çözmeye gücüm var’ dedi. Bu bakımdan komisyonun da, iktidarın da bunu dikkate alması gerekiyor. Önder Apo'yla görüşmediler, sürece yaydılar. Ya sorun Türkiye'nin sorunudur. Türkiye'nin en temel sorunudur. Bizim istemimiz değil, onların büyük bir istekle, heyecanla, coşkuyla Önderliği çağırıp Önderliği dinlemeleri gerekir.
ÖNDER APO’NUN MECLİS’TE KONUŞMASI GEREKİYOR
Meclis Komisyonu sorumlu, halka karşı sorumlu, tarihe karşı sorumlu. Tarihe karşı, halka karşı sorumlu olan komisyon, Önder Apo'yu dinlemiyor. Bırakalım komisyonun İmralı'ya gitmesi, Önder Apo'nun gidip o mecliste konuşması gerekiyor. Ki Devlet Bahçeli de öyle dedi. Şimdi bu yönüyle meclisin, iktidarın doğru yaklaşması gerekiyor. Yoksa böyle olmaz, bu oyalama olur. Dinlesinler, biz dinlenmesinler demiyoruz tabii ki. Toplumu dinlesinler. Toplumsal kesimlerin temsilcilerini dinlesinler ama bu dinleme bir sonuca gitsin. Bir oyalama olmasın. Ve bu yönüyle bir daha vurguluyorum. Önder Apo'nun özgürlüğü dışında bu sorunu çözüme kavuşturacak, geliştirecek başka bir aktör yok. Biz görevi Önder Apo'ya vermişiz, halk vermiş. Bu bakımdan bizim yapacağımız bir şey yok. Kimse bizden bir şey beklemesin. Baş müzakereci Önder Apo'dur. O süreci yürütüyor. Önder Apo'nun müdahaleleriyle, rol almasıyla, aktör olmasıyla bu süreç gelişecek, sonuçlanacak. Başka türlü yaklaşım, Önderliğe sıradan yaklaşım, Önderliği, hareketi oyalama, kendine göre Önderliği bu süreçte nasıl kullanırız gibi yaklaşımlar hiçbir sonuç vermez. Kendini kandırmadır. Bu yönüyle iktidarın da ciddi yaklaşması lazım, komisyonun da ciddi yaklaşması lazım. Yoksa böyle olmaz. Komisyondaki muhalefet temsilcilerinin de ciddi yaklaşması lazım. AKP'yi sıkıştırmaları lazım. Yok, bir tane CHP'li diyormuş ‘Biz gitmeyiz İmralı'ya’. Ya gitsen ne olacak, gitmesen ne olacak? Sen demek ki Türkiye'nin sorunuyla, en temel sorunuyla ilgili bilgin yok. Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgin yok. Sorumsuzsun. Bunu ancak sorumsuz kişiler belirtir. Bilmem biz bilmem gitmeyiz İmralı'ya. Evet, siz gitseniz ne olur, gitmeseniz ne olur? Ya bu kadar ciddi sorun karşısında bu kadar gayri ciddi yaklaşılır mı? Herkes biraz ciddi olsun. Özellikle muhalefet ciddi olsun, AKP'yi sıkıştırsın. Demokratikleşme konusunda, Kürt sorununun çözümü konusunda. Sıkıştırsın ki rol oynasın. Yoksa demokratikleşme konusunda da geride kalır, Kürt sorununun çözümü konusunda da geride kalır. Bu siyaset midir muhalefet için? Bu yönüyle biraz ciddi yaklaşmaları gerekir. Böyle yüzeysel yaklaşımlardır. Bunların bırakılması gerekir.”
‘BİZ İRADEMİZİ ORTAYA KOYDUK, DEVLETİN YAPACAKLARI VAR’
Meclis Komisyonu’nun soruna salt “silahsızlanma” üzerinden yaklaşımını eleştiren Karasu, “Şimdi biz örgütü feshettik. Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi durduğumuzu söyledik. Silahlı mücadelenin bir yöntem olarak kullanılmasının doğru olmadığını söyledik. Hukuk ve siyaset gündeme girecekse, demokratik siyaset olacaksa, niye silah olsun? Bu bakımdan biz irademizi ortaya koyduk. 15 kadın, 15 erkek arkadaşın Besê arkadaşın öncülüğünde gidip silah yakması irademizi ortaya koymuştur, niyetimizi ortaya koymuştur. Örgüt de feshedildi. Silahlı mücadele zaten durdurulmuş durumda. Bu durumda kalkıp hala bunu dayatmak tıkatmaktır. Artık yeni şeyler konuşmak lazım. Onlar geçmiş, onlar yapılmış. O konuda tutumumuzu ortaya koymuşuz, tavrımızı ortaya koymuşuz, niyetimizi ortaya koymuşuz, ideolojik yaklaşımımızı, politik yaklaşımımızı ortaya koymuşuz. Burada ısrar etmek süreci tıkatmaktır. Bu sürece patinaj yaptırmaktır. Sürece patinaj yaptırmak, sürecin ilerlemesinde bir irade koymuyor. O bakımdan yeni yaklaşımlar gerekir, yeni adımlar gerekir, yeni tutumlar gerekir. Bu gider kalmışta ısrar etmektir. O bakımdan yeni yaklaşımlar gerekir, yeni adımlar gerekir, yeni tutumlar gerekir. Bu gider kalmışta ısrar etmektir. Evet, artık ilk adımlar yapıldı, aşıldı onlar. Şimdi silahsızlanmadır, PKK'nin feshidir, silahlı mücadelenin durdurulmasıdır. Bunların tartışılmasının anlamı yok. Bunlarda zaten irade ortaya koymuşuz. Ama devletin yapacakları var artık. Biz yapacaklarımızı yapmışız. Artık devletin yapması gerekenler var. Sanki bu sorun hiç devletle ilgili değil. Yüzyıllık sorun, Kürt sorunu hiç devletle ilgili değil, PKK sorunu hiç devletle ilgili değil. PKK yapsın, tamam. Peki devlet ne yapacak? Ya devletin yapacağı bir şey yok mu? Ya da ben soruyorum. Türkiye'de demokrasi mi geldi? Komisyonun ismi demokratikleşme. Demokrasi mi geldi? Kürt sorunu mu çözüldü? Yok, bu konularda hiçbir adım yok, ikide bir silahlar bırakılsın, silah bırakın gelsinler, hepsi gelsin teslim olsunlar. Ne yani, demokratikleşme mi oldu? Sorunun çözümünde bir adım mı atıldı? Bu bakımdan yanlış tartışmalar, yanlış değerlendirmeler. Yeni bir yaklaşım gerekiyor. Devletin de adım atması gerekiyor. Sanki bu sorunu biz tek taraflı çıkarmışız da tek taraflı adımlarla bu sorun bitecek. Böyle şey olabilir mi? Bu doğru yaklaşım değil. Bunun bırakılması gerekiyor” dedi.
‘KÜRT SORUNU ANNELERİN KÜRTÇE KONUŞMASINI ENGELLEMEKTİR’
Meclis Komisyonu’nun Barış Anneleri’nin Kürtçe konuşmasına dönük engelinin Kürt sorunun tanımı olduğunu dile getiren Mustafa Karasu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu komisyonun görevi nedir? Demokratikleşme demiyor mu? Demokratikleşmenin en temel sorunu da Kürt sorununun çözümü değil mi? Bu Kürt sorununun da en temel sorunu anadildir, anadilde eğitimdir. Amed Barosu Başkanı demiş ki "Kürt sorunu budur yani." Kürt sorunu nedir diye soruyorlar, Kürt sorunu budur işte. Mecliste analar Kürtçe konuşuyor, Kürtçe konuşmaya müsaade edilmiyor. Ya Kürtçe konuşmasına bile müsaade edilmiyor. Dünyada en meşru şey insanın kendi dilini konuşmasıdır. Bundan daha meşru, daha doğal bir şey var mı? Ama susturuyorlar. Kürt sorunu budur işte. Demokratikleşme sorunu da budur. Bu sorun çözülmeden hiçbir sorun çözülmez. Bu bakımdan ciddi bir sorundur. Ve gerçekten de Türkiye'yi de anlamak zordur. Ya bu dünyada böyle bir şey olabilir mi ya? Bir Meclis Komisyonunda birisi Kürtçe konuşuyor, susturuluyor. Ciddi bir tepki yok. DEM Parti’nin tepkisi de yetersiz, diğer muhalif güçlerin de tepkisi yetersiz. Hadi CHP'liler, siz neredesiniz? Niye demediniz bu ana niye konuşturulmuyor? Ya bir toplumun, bir kadının kendi dilini konuşması kadar meşru, makul, haklı bir şey var mı? En meşru, en şey budur. Bu bir aslında yaşama hakkı gibidir. Ama ciddi bir tepki komisyondan çıkmamış. Bu işte o meclisin durumunu gösteriyor. Türkiye'deki siyasetin durumunu gösteriyor. DEM Parti’nin yaklaşımı da yanlış, çok ciddi bir tepki ortaya koymaları gerekirdi. Anneler de işte ne yapsınlar. Bırakıp çıkmaları gerekirdi. Demokratikleşme sorunu odur. Amed Baro Başkanının dediği gibi, Kürt sorunu odur işte. Bu zaten o komisyonun niteliğini, kalitesini, ayarını gösteriyor, zihniyetini gösteriyor. Gerçekten olacak şey değil. Kürt toplumu da daha fazla tepki gösterebilirdi, az gösterildi. Her yerde ayağa kalkılabilirdi, ne demek Kürtçe konuşma bir anaya! Bu kabul edilemez, sindirilemez. Bu aslında Türkiye’nin durumunu gösteriyor. Türkiye’deki siyasetin durumunu gösteriyor, yüzyıldır Kürtlerin ne yaşadığını gösteriyor. Toplumun ne yaşadığını gösteriyor. Buna bakarak her şeyi anlamak lazım. Bu açıdan bu komisyon tabii gerçekten nedir, karizmayı mı çizdirmiştir, kendi kalitesini mi ortaya koymuş, ayarını mı ortaya koymuş, ne diyeyim yani? Olacak şey değil.”
ROJAVA’YA ‘OPERASYON’ TEPKİSİ: KÜRT HALKINA SAHİP ÇIK
İktidar ortaklarının Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik “operasyon” tehditlerini değerlendiren Karasu, şöyle devam etti: “AKP'nin savaşı gündeme getirmesi, işte Devlet Bahçeli yine en son tehdit etmiş. Devlet Bahçeli demiş, "İsrail'i mi dinleyecekler, Apo'yu mu, İmralı'yı mı dinleyecekler?" Tamam, İmralı aktör olsun o konuda. Nasıl aktör olacak? Orada o tecrit uygulanarak, yanında kimse gidip gelmeyerek nasıl aktör olacak? Suriye'de aktör olsun demiş. O anlama geliyor. "Apo'yu mu dinleyecekler, İsrail'i mi dinleyecekler?" Tabii ki o halk Önderliği dinler. Gerçekliktir. Rojava'da, Kuzey ve Doğu Suriye'deki Kürtler Önder Apo'yu dinler. Bu açık. Zaten her gün mitinglerde, toplantılarda bunu açıkça ortaya koyuyorlar. Kendi liderleri olarak kabul ediyorlar, Önderleri olarak kabul ediyorlar. Çünkü 20 yıl orada çalışmış. O toplumu o noktaya bu Önderlik getirmiş. O zaman bu Önderliğin orada aktör olması lazım, rol oynaması lazım. Yok. “Sen oraya karışamazsın." Önder Apo'ya diyorlar. "Buraya karışamazsın." Ama "rolünü oyna" orası için. Nasıl oynayacak? Bu yönüyle tabii hükümetin şeyi ciddi yaklaşması gerekir. Ya bu kadar savaş tehdit şundandır, orada Kürtler özerk olursa, bize de örnek olur. Başka şey değil, kaygı bu. Kompleks bu. O zaman sen kendi sorununu çözeceksin. Kendi sorununu çözeceksen niye orada halkın Adem-i Merkeziyetçi bir çözümüne, özerk çözümüne karşı çıkıyorsun? Kendi sorununu çözeceksin. Gerçekten yaklaşım yanlış. Bir de "Misak-ı Millî" diyorlar. Ya sen "Kürt kardeşlerim" diyorsun, hatta biz "Kürt-Türk iç içeyiz" diyorsun, et-tırnak gibi diyorsun. Kürtlere sahip çıkmıyorsun ama DAİŞ’in bir türevi olan, demokratik olmayan bilmem neye sahip çıkıyorsun. Bu ne anlayıştır. Sen Kürt halkına sahip çık orada.
‘SURİYE’YE YAKLAŞIM YANLIŞ, BIRAKILMASI LAZIM’
Şimdi evet, bir çözüm olsun. Herkes istiyor, Önderlik de istiyor. Ama nasıl çözüm olacak ya? Demokrat değil. Adil seçim yok. Kadınlara nasıl yaklaştığı belli değil. Kürt kadınlar nasıl orada yaşayacaklar? Ya Kürt kadınların hepsini katlederler. Linç ederler. Dinsiz, imansız derler, bilmem ne yaparlar. Niye? Kendi kadınları gibi çarşafa girmiyor diyecek. Evet, çarşaf giyen çarşaf giyer, kim kime karışıyor. Ama onlar herkese kendi şeyini dayatıyor. Nasıl çözülecek ya? Çözülsün ama o sistem de biraz değişsin. Kendi kendine seçim yapıyor, kendi kendine anayasa yapıyor, kendi kendine bilmem ne yapıyor. Ya nasıl olacak? Öyle sorun mu çözülür? Hangi dünyada yaşıyorsun? Orta Çağ'da bile böyle değildir. Ancak faşist anlayışlar öyle yaklaşıyor. Bu yönüyle gerçekten sorundur, Türkiye'nin yaklaşımı doğru değildir. En son diyelim biraz hafif yumuşatmışlardı ama yine sertleştirdiler. Ne kazanacak Türkiye oraya saldıracak? Tamam diyor askeri gücüm var. Tamam, var ama meşruiyetin var mı? Sen her gün "İsrail'e diyorsun müdahale ediyor, saldırıyor, oranın şeyini bozuyor." Sen ne yapacaksın? Sen oraya istikrar mı getireceksin? Ya sen Kürtlere bu kadar düşmanlık yapıyorsun, ondan sonra diyorsun ki "Kürtler şurayı tercih eder." Ya Kürtlere niye saldırarak, Kürtleri başka politikaya yöneltiyorsun? Suçlu sen olursun, sorumlu sen olursun yani. O bakımdan Kürtlere yaklaş, olumlu yaklaş, ilişki kur. "Misak-ı Millî" diyorsun, "kardeşlerim" diyorsun. O yönlü bir politika üret. Suriye Kürtlerine düşmanlık yapacaksın, Bakur'da Türkiye'deki Kürtlere de "kardeşlerim" diyeceksin. Ya kim inanır buna? AKP'li Kürtler bile inanmaz. AKP'ye oy veren Kürtler bile kabul etmez. Bu bakımdan bu yanlış bir yaklaşımdır. O yaklaşımın bırakılması lazım.
‘ROJAVA’DA ÖNDER APO’NUN ROLÜYLE SORUN ÇÖZÜLEBİLİR’
Eğer Devlet Bahçeli'nin dediği gibi Kürtler İmralı'yı mı dinleyecek diyorlarsa, o zaman Önder Apo'nun orada aktör olmasını, rol almasını açıkça sağlasınlar. Evet, o halk Önder Apo'ya bağlıdır. Hiç kimseyi dinlemez. Önder Apo'nun dışında kimseyi dinleyecek bir halk değil. Önder Apo'ya bağlılık konusunda birinci sıradadır Suriye'deki halkı, Kürtler, Rojava'daki Kürtler. Zaten Önderlik Uluslararası Komployla İmralı’da esaret altına alınınca, Rojava'lı Kürtlere teşekkür etmiştir kendisine sahip çıktıkları için. Bu bakımdan Rojava'da, Kuzey ve Doğu Suriye'de Önder Apo'nun rolüyle, aktörlüğüyle sorun çözülebilir. Yoksa sorun çözülmezse tabii ki kriz çıkar, çatışma çıkar. Öyle tehditlerle oradaki Kürtleri şey diyecek değiller. Kim olursa olsun onunla sonuna kadar savaşacaklar. Ne yapacaklar? Öyle bir savaş Türkiye'ye ne getirecek? Çok hamaset var, bence artık bir devlettir, biraz daha makul, biraz daha doğru yaklaşım göstermesi lazım. Biraz daha mantıklı yaklaşması lazım, çözümleyici yaklaşması lazım. Doğru olan nedir? Cevap vermesi lazım. "Doğru olan o gelip sizi ezeriz, Adem-i Merkeziyetçi bir sistemden vazgeçeceksiniz" diyerek saldırmak, gerçekten akla ziyan bir yaklaşım olur.”
SURİYE’DE İSRAİL-TÜRKİYE GERİLİMİ
Suriye’de İsrail-Türkiye gerilimini değerlendiren Mustafa Karasu, “Aslında İsrail'in kuruluşunda da Türkiye büyük bir rol oynamıştır. Türkiye gibi bir devlet olmasaydı, İsrail orada devlet olmazdı. Türkiye İsrail'e Ortadoğu'da en fazla destek veren ülke olmuştur. Yakın zamana kadar böyledir. Hala da öyle İsrail'le bir uzlaşma arıyorlar. Türk devleti Kürt soykırım politikasını İsrail'le ilişki temelinde, ABD ve Avrupa'nın desteğini alarak yürütmüştür. Çünkü İsrail'le doğru ilişki kurmadan, ABD ve Avrupa'yla ilişkilenemezdi. Bu bakımdan Kürtlere soykırım uygulatmak için İsrail'le ilişki kurdu, ABD ve Avrupa'nın desteğini aldı. Evet, böyle bir gerçeklik var. Şimdi niye oldu? Türkiye tarihsel rolünü, yani İsrail'e en büyük destek verme rolünden biraz uzaklaşınca, İsrail de tabii Türkiye'ye karşı tutum aldı. Yoksa yakın zamana kadar en iyi ilişkide olan iki ülkeydi. Bu radikal İslamcılar demek, karşıt İslamcı işte. Bunları İslamcı falan olarak görmemek lazım. HTŞ İslamcı falan değildir, karşıt İslam'dır. İslam'ı sadece kullanıyorlar. İsrail'de yakında böyle bir şey görmek istemiyor, Hizbullah'ı nasıl ki tehdit görmek istemiyorsa, HTŞ'yi de tehdit görmek istemiyor. Türkiye'de HTŞ'yi sahiplenince, tabii ki aralarında gerilim oluyor. Bu gerilimi yaratan Türkiye'nin Suriye politikasıdır. Çünkü kendine radikal İslam diyen, karşıt İslam aslında, İslam'ı yücelten değil, İslam'ı batıran bunlardır. DAİŞ’tir, HTŞ'dir. Erdoğan bunlara destek verince, tabii ki İsrail de ona karşı tutum alıyor. Evet, Türkiye o politikasını bırakmadığı müddetçe İsrail'le çatışır. İsrail de desteğini alır. ABD'den desteğini alır, Avrupa'dan da alır. Evet, Avrupalılar da belki Gazze'de katliam yaptığı için ses çıkarıyor, gerçekten Gazze'de yapılanlar bir insanlık tarafından kabul edilemez. Avrupa da yönetimlerin bir kısmı kabul etmiyor, tutum almıyor ama fakat esas politika olarak yine İsrail'in arkasındadırlar. Bu bakımdan İsrail'i, ABD ve Avrupa'yı yanına alarak, tabii Türkiye'nin bu politikalarını durdurmak istiyor. Bence çatışma bu eksende yürüyor. Daha fazla ilerler mi? Eğer Türkiye tabii politikalarını değiştirmezse, daha da fazla ilerleyebilir. Çünkü İsrail'in arkasında bu destek var, öyle görülüyor” şeklinde konuştu.
33. KÜRT KÜLTÜR FESTİVALİ’NE ÇAĞRI
Mustafa Karasu, 13 Eylül’de Almanya’nın Dortmund kentinde gerçekleştirilecek 33. Kürt Kültür Festivali’ne de çağrı yaparak, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Kültür ve sanat festivalleri çok çok önemlidir. Evet, bütün Avrupa'yı kapsayan bir kültür sanat festivalidir. 92'den beri kutlanıyor. Sadece bir yıl Almanya'nın yasağından dolayı kutlanmamıştır. Onun dışında kesintisiz kutlanmıştır. Şimdi farklı kültür sanat festivalleri de yapılıyor, her ülkede, İsviçre'de, Fransa'da, başka ülkelerde. Bunlar iyi şeylerdir. Çünkü Kürtler, kültürel soykırıma uğrayan bir halktır. Bu bakımdan kültür sanat faaliyeti Kürtler için var olma faaliyetidir, çok önemlidir. Kürtler kültürlerine sahip çıkmalı, sanatta aktif rol oynamalı, sanata sahip çıkmalıdırlar. Tabii bu böyle popülist, bireyci sanat değil, toplumcu sanat. Kürt toplumunu düşünen, Kürt toplumunun varlığını savunan sanat. Zaten sanat bireysel olamaz. Kültür bireysel olamaz. Şimdi kapitalizm bunu bireyselleştirmiş, o bir sapmadır, bir saptırmadır. O kültür ve sanata ihanettir. Kültür toplum içindir, sanat toplum içindir. Kültür toplum için olacak, sanat toplum için olacak ki birey de onun içinde nitelik kazanacak, kalite kazanacak. Ölçüleri yükselecek. Bireyci kültürün, bireyci sanatın, bireylerin kalitesini yükseltmez, ölçülerini yükseltmez. Onların güzellik ölçülerini, ret, kabul ölçülerini yükseltmez. Günlük yaşatır. Bu bakımdan tabii kültür, sanat çok çok önemli. Biz zaten hareket olarak destekliyoruz. Hareket olarak dil, kültür, sanat faaliyetlerini tam destek veriyoruz. Bütün imkanlarımızı bunlara harcamaya, destek vermeye çalışıyoruz. Zaten 92'den beri bu festival sürüyor. Ben de 2. festivale katıldım, hatta konuşmacısıydım. Daha sonra 3. festivale de tabii katılmıştık. Çok önemliydi. Kürt halkı da çok önem veriyordu. Bu festival, Kürt halkının yaşamının bir parçasıdır. Her yıl oluyor. Bir nevi Newroz'u bekler gibi Avrupa'daki halkımız, bu kültür festivalini bekliyor ve katılım gösteriyor. Bu yönüyle Avrupa'daki halkımızın, özellikle gençlerin, kadınların festivale katılması lazım. Zaten kültür biraz da kadın etrafında şekillenen bir gerçekliktir. Gençler yaşatır kültürü. Bu bakımdan gençler, kadınlar başta olmak üzere tüm Kürt halkını Avrupa'nın her köşesinden Dortmund'a akmaya çağırıyorum. Bu temelde daha şimdiden Avrupa'daki halkımızın kültür festivalini kutluyorum.”