MÊRDÎN - İsrail-İran arasındaki çatışmaları değerlendiren gazeteci Nihat Kaya, Ortadoğu’daki vekalet savaşlarının ortadan kalktığını ve artık devletlerin doğrudan müdahale ettiği bir sürecin başladığını belirterek, “Amaç rejimi yıkmak değil, sistem içine çekmek” dedi.
Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e dönük başlattığı saldırıların ardından Ortadoğu’da İsrail’in Gazze, Lübnan ve Suriye ile devam eden saldırıları 13 Haziran’da İran’a başlatılan saldırılara dönüştü. İsrail’in “İran’ın nükleer çalışmalarını önleme” adı altında başlattığı saldırılarda üst düzey İran'daki askeri komutanın büyük bölümünün yanı sıra nükleer alanında uzman isimler hedef alındı.
Gazeteci Nihat Kaya, İran-İsrail arasındaki karşılıklı devam eden saldırıların bölgeye olası yansımalarını değerlendirdi.
‘VEKALET SAVAŞLARI ORTADAN KALKTI’
Yaşananları sadece İsrail’in bölgeye yönelik saldırıları olarak değerlendirmenin eksik kalacağını belirten Kaya, sürecin 2009 yılında başlayan “Arap Baharı” ile beraber ele alınması gerektiğine dikkat çekti. Ortadoğu ülkelerinde 2011 yılından bu yana süren ve “vekalet savaşları” olarak değerlendirilen çatışmalara yer yer devletlerin de müdahil olduğunu ancak savaşın bu şekilde devam etmesinin küresel güçlerin beklentilerini karşılamadığını söyledi. Gelinen aşamada devletlerin sürece doğrudan müdahale ederek, savaşa girmesinin artık bir gereklilik olarak görüldüğünü kaydeden Kaya, “Artık ne vekalet savaşları ne de Türkiye’nin Libya’da, Suriye’deki müdahalesi gibi… O tür savaşla yürümez hale geldi. Bölgenin 2009’dan başlayarak, yeniden dizayn politikası yürütülüyor. Örgütler düzeyinde çatışmalar yürütüldü. Fakat gelinen aşamada ortaya çıktı ki, bu yürütülen savaşlar bu örgütler üzerinden yürütülemez hale geldi. Bundan dolayı devletler direk bu olaya müdahil olmaya başladı. Bir de artık örgütler eliyle 19’uncu Yüzyılda başlayarak, bugüne kadar gelen bölgeyi yönetme, alan yönetme, müdahale etme dönemi geçti artık. Bundan dolayı küçük çaplı örgütler de artık yavaş yavaş mevcut sistemin içine bir biçimde ya eklemleniyor ya da tasfiye ediliyor. Hamas gerçekliğinde bu yaşandı. Hizbullah’ta bu görüldü. Diğer örgütler için de bu geçerli. Ya kendilerini dönüştürüp bu sisteme bir şekilde dahil olacaklar ya da dışında kalıp, tasfiye olacaklar. Bundan dolayı vekalet savaşları tamamen ortadan kalktı, devletler arası bir savaşa dönüştü” ifadelerini kullandı.
İBRAHİMİ ANLAŞMA VE ARAP DEVLETLERİNİN DURUMU
2009 ile başlayıp, 2011’de Suriye’ye sıçrayan “Arap Baharı” sürecinin esas mimarının baştan itibaren İsrail, ABD ve dünyadaki küresel sermaye güçleri olduğunu ifade eden Kaya, Ortadoğu’da küresel sermaye güçleri ile bölgesel statükocu güçler arasında bir çatışmanın baştan beri olduğuna dikkat çekti. Bu savaş içinde bölgede esas rol biçilen gücün İsrail olduğunu söyleyen Kaya, “ABD bunun askeri olarak korumasını sağlıyor. Ama İsrail de askeri olarak kendisini güçlendirdi, geliştirdi. Bu küresel sermaye güçlerine özellikle Arap sermayesini de dahil ettiler. Suudi Arabistan’dan tutalım da Katar’a… Zaten artık kendi devletlerinin sınırlarının dışına çıkmışlar. Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri de dünyanın her tarafına yayılmış sermayedar güçlerdir. İsrail ile de yakın ilişkiler içine girdiler. Bu 2020’deki İbrahimi Anlaşma ile aslında Arap güçleri, devletler düzeyinde küresel sermaye ile tamamen işbirliği içine girdiler. Sonraki, süreçlerde bu Arap olmayan ülkelere de sıçradı. Fas gibi, Sudan gibi Müslüman olan ama Arap olmayan devletlere de yayıldı bu. Bölgeyi tamamen bir dizayn çalışması söz konusu. Bu süreç içinde Hamas’a dönük bir saldırı başlatıldığında Arap devletleri bu nedenle seslerini çıkarmadı. Bir tepki göstermediler. Halk tamamen büyük bir katliamla yüz yüze olmasına rağmen Arap cephesinde ciddi bir tepki gelmedi. Türkiye gibi dışarıdaki güçler de utangaç, tam bir tepki de sayılmaz ama söz düzeyinde tepkilerle kaldılar. Buna göz yumdular. Lübnan’da da öyle oldu. Şimdi bu müdahaleler ile aslında Araplar da dahil olmak üzere herkes İran’ın bölgedeki hakimiyetini kırmaya onay vermişti, kabul etmişti. Bu müdahale ile İran’da ciddi bir değişim yaratmak istiyorlar. Arap Baharı bir üst aşamaya sıçradı. Artık devletlerarası bir savaşa dönüştü diyebiliriz” ifadelerini kullandı.
‘İRAN’IN KOLU-KANADI KIRILINCA TEPKİ VEREMEZ HALE GELDİ’
İran ve İsrail’in birbirlerine karşı saldırılarının “danışıklı-dövüş” olarak yorumlanmasının doğru olmayacağına dikkat çeken Kaya, “Askeri olarak mevcut durumu biraz incelediğimizde, çok bariz bir şekilde İsrail’in teknolojik ve askeri olarak bir hava üstünlüğünün olduğunu görüyoruz. Teknolojik olarak da istihbarat olarak da üstünlük İsrail’in elinde. Ciddi bir bilgi toplamışlar. Genelkurmay Başkanından tut, ordu komutanlarına kadar, hatta nükleer tesislerde çalışan uzmanlara kadar herkesin yattığı yatak odasına kadar öğrenmişler. Bu biçimde ciddi bir istihbarat toplanmış. İran için de ciddi bir istihbarat zafiyeti var. Şu anda İsrail, oda oda gidiyor. Kişileri seçerek gidiyor. Bunun karşısında İran’ın durumuna bakıyoruz, rastgele füzeler atıyorlar. Tel Aviv’de herhangi bir yere düşse de bunu başarı olarak göstermeye çalışıyorlar. Bu askeri olarak bir başarı sayılamaz. Nereye düştüğü belli olmayan roketlerle, füzelerle savaş kazanılmaz. Bu bir misilleme değil. Aslında İran uzun zamandır bunun farkında. İsmail Haniyye öldürüldükten sonra da ciddi bir tepki veremediler. Sadece ‘namusu kurtarma’ denilebilecek şekilde füzeler gönderildi. Hizbullah’a yönelik saldırılarda kendi elemanları öldürüldü, o zaman da ciddi bir tepki veremedi. Hamas ve Hizbullah’ta kolu kanadı kırılınca İran’ın karadan da bir cevap veremez duruma geldi. Bu durumun farkındaydı. Ondan dolayı İran hep temkinli yaklaştı” dedi.
‘REJİMİN YIKILMASI İSRAİL MÜDAHALESİ İLE ZOR’
İsrail’in ABD ve İngiltere’nin uluslararası desteğini de arkasına alarak İran’ı bölgede sınırlandırmak istediğini ifade eden Kaya, “Ancak şunu da eklemek lazım. Hiçbir zafer hava saldırılarıyla elde edilemez. Nihai sonuç elde edilemez yani. Büyük bir yıkım yaratabilirler. Ama nihai bir sonuca ulaşmak için mutlaka ama mutlaka karadan bir harekat başlaması lazım. Bu bir devletin yıkılması, yeni bir devletin kurulması şeklinde de olabilir, bu bir rejimin yıkılması şeklinde de olabilir. Netanyahu rejimin dönüştürülmesinden bahsediyor. Rejimi değiştirmek için de karadan bir güç gerekiyor. İsrail’in hava üstünlüğü buna yetmez. Karadan hareket edebilmek için bir sınırın olması gerekiyor. İsrail ile İran arasında bir sınır yok. Ya da ABD’nin yaptığı gibi deniz gücünün olması gerekiyor. İsrail’in ciddi bir deniz gücü de yok. Küresel çapta etki edebilecek bir deniz gücü yok, ABD’nin gücünden yararlanmak isteyebilir ama ABD biraz daha işin dışında durup, hakem rolünden çıkmak istemiyor. Geriye kalan seçenek Netanyahu’nun da işaret ettiği seçenek; İran’ın içindeki farklı grupları harekete geçirmek. Bu da çok zor bir ihtimal gibi geliyor. İran’ın içinde ciddi ekonomik ve toplumsal sorunlar var. İran belki yıkılabilir de. Ama bu rejimin yıkılması İsrail’in müdahalesi ile çok zor. Çünkü ciddi anlamda İran içinde bir antisiyonist tepki var. İsrail’e destek amaçlı, ayaklanma başlatacak hangi hamle olursa olsun, ciddi sonuçlar elde edemez. Kolay ezilir. Taban bulamayacak. Eğer bu saldırılar, ABD, İngiltere, Türkiye ya da Azerbaycan tarafından yapılmış olsaydı, tabanda bir karşılık bulabilirdi. Ama siyonizmde kolay kolay hareket etme imkanı olmayacaktır. Dış muhalefet bunu yapabilir ama İran’ın dış muhalefeti de ciddi oranda ABD’ye, İngiltere’ye entegre olmuş. İçerde bir tabanı kalmamış. Şah yanlıları gibi, Halkın Mücahitleri gibi… Bunlar çok fazla batıya entegre oldukları için içerdeki muhalefeti yönlendirebilme güçleri zayıftır” dedi.
‘AMAÇ REJİMİ YIKMAK DEĞİL, İRAN’I SİSTEM İÇİNE ÇEKMEK’
İran’da “Jin, jiyan, azadî” serhildanı sırasında İsrail veya diğer küresel güçlerin İran’a müdahale ederek, iç muhalefeti harekete geçirme imkanları olduğunu ancak şu an olmadığını ifade eden Kaya, Netanyahu’nun İran muhalefetine çağrısının bu nedenle ilk aşamada karşılık bulmayacağını söyledi. Savaşın gidişatının da mevcut rejimi değiştirmek olmadığını aksine masaya çekme amaçlı olduğuna dikkat çeken Kaya, “Yeniden ortak noktalarda buluşma ve İran’ı sistemiçileştirme. Şu ana kadarki, batı endeskli olan ve küresel sermaye önünde engel olan pozisyondan çıkarma amaçlıdır. Gerekçe olarak atom enerjisi gösteriliyor ama şu anda görülen o ki, İran’ın ciddi anlamda bir nükleer bomba elde ettiğine dair bir kanıt da yok yani. Tıpkı Saddam döneminde yapıldığı gibi. Kimyasal silahların olduğu söylendi, sonra çıkmadı. İran’ın da biraz odur. Şu an İran biraz yıpratılarak, tekrardan sistem içine çekilmek isteniyor. Trump’ın çağrısı da biraz bunu gösteriyor açıkçası” dedi.
İran’da kısa süreli bir sonuç beklenmesinin mümkün olmadığını, uzun süreli bir çatışma durumunun olduğunu kaydeden Kaya, İran’da uzun zamandır bir iç çatışmanın olduğunu ifade ederek, Azeriler, Kürtler ve Beluclar’ın da böyle bir süreçte nasıl bir tepki vereceğinin çok kestirilemediğine dikkat çekti. İran’da ekonomik ve siyasi olarak rahatsızlıkların olduğunu ifade eden Kaya, uzun vadede rejim yıpratılmadığı sürece İran’da rejimin yıkılmasının kolay olmadığını söyledi.
‘TÜRKİYE’YE DE SIÇRAYACAK’
Bölgede uzun zamandır yaşanan değişim sürecinin olduğunun görüldüğünü, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin bu değişime Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrı sırasında parmak bastığını dile getiren Kaya, Bahçeli’nin “Hedef Türkiye’dir” açıklamasını hatırlatarak, “Bence de doğrudur. Ben de o düşüncedeyim. Uzun süredir herkes tahmin ediyordu, İran hedeftir. İran’daki değişim kaçınılmazdır. Bu kısa süreli olmayacak. Uzun süre devam edecek bir çatışması, bir mücadelesi olacaktır ama Türkiye’ye de sıçrayacak. Çünkü Türkiye o statükocu yaklaşımını devam ettiriyor. Sevr ile oluşturulan statükolar parçalanıyor yavaş, yavaş. Çünkü ulus-devlet anlayışı yıkılmaya başladı. Ulus-devlet anlayışı küreselleşmenin önündeki en büyük engeldir. Ama bölgedeki devletler halen ulus-devlet anlayışı ile iktidarlarını sürdürme çabası içerisinde. Bunu aşmadıkça da engel olmaya devam edecek. Arap Baharı işte bu statükocu güçleri ortadan kaldırmanın hareketiydi. Mısır değiştirildi, Tunus, Libya, Suriye’ye geldi. Şu an İran’a sıçramış durumda. İran’da daha fazla kanlı da geçebilir, daha fazla şiddetli de geçebilir. Bu uzun zamana da yayılabilir. Çünkü bölgedeki en güçlü devletlerden biri İran’dır, diğeri Türkiye’dir. Bu Türkiye’ye de sıçrayacaktır. Bugün Türkiye’nin acelesi de, Kürt sorununda bazı adımların atılması, ‘Terörsüz Türkiye’ gibi bazı abartılı şeylerle ifade ediyorlar ama bunun önüne geçme arayışı içindeler. Bu iş Türkiye’ye sıçramadan bunun önü nasıl alınabilir hesabı içindeler” ifadelerini kullandı.
‘KÜRTLER İYİ BİR POLİTİKA İLE KAZANÇLI ÇIKABİLİR’
Bölgede yaşananların kaçınılmaz olarak Kürtleri de etkileyeceğinin altını çizen Kaya, Kürtlerin 4 devlet arasında parçalanmış olmasından kaynaklı bölgedeki “temel dinamik güç” olduğunu söyledi. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin belli statüleri olduğu için bunları kaybetmek istemeyeceklerini ama Kürtlerin her dört devlette de statüleri olmadığı için daha esnek bir yapıda olduğunu dile getirdi. Bu nedenle Kürtlerin Demokratik Konfederalizme de açık olduğunu, diğer türlü çözümlere de açık olduğunu ifade eden Kaya, “Dört devlet arasında parçalanmış olduklarından dolayı kilit önemdeler. İsrail bu durumu çok iyi fark ediyor. O yüzden Kürtler ile ilişkilenerek, Kürtleri bir biçimi ile bu sürece dahil etmek istiyor. Kendi yanında görmek istiyor. Bunu Güney Kürdistan’da yaptı. KDP ile ilişkileri zaten göz önünde. Yakın zamanda İsrail ajanı Hewler’de İran tarafından füzelerle vuruldu mesela. Kuzey Kürdistan’a yaklaşımda da bunu yapmak istiyor. İran’a yaklaşımda da bunu yapmak istiyor, hatta Rojava Kürdistan’ında da bunu yapmak istiyor. Bu durum karşısında Türkiye, İran tavırsız kalamaz. Bir biçimi ile bir iletişim yolunu açmak zorundalar. Açmazlarsa parçalanır, dağılırlar. Açarlarsa belki demokratik temelde yeni bir çözüm, bir şey oluşur. Anayasal değişikliklerle çözülür. Haklarda, demokraside, hukukta bazı adımlarla kendilerini bu değişim süreci içinde bir yere dahil edebilirler. Bunun için Kürtler kendi aralarında birlik halinde iyi bir siyaset, iyi bir politika yürütürlerse bu süreçten kazançlı çıkacakları düşüncesindeyim” ifadelerini kullandı.
KÜRTLER TARAF TUTMAK ZORUNDA DEĞİL
“Kürtler İran ya da İsrail arasında tercih yapmak zorunda değiller. Özellikle bu tür bir ilişki Kürtlere kaybettirir” diye vurgulayan Kaya, şöyle devam etti: “İran binlerce Kürt’ü katletmiş bir rejimdir. İsrail bu katliamcı anlayışın sürdürücüsüdür. Bundan dolayı her ikisi arasında bir tercih yapmaktan ziyade Kürtlerin kendi tavrını ortaya koyabilmesi lazım. Birlik halinde kendi yaklaşımını ortaya koyabilmesi ve İsrail veya İran hangisi çıkarına daha uygun ise ona göre hareket etmesi gerekiyor. Öyle sıcak kanlı hareket etmek zarar verir Kürtlerin birliğine de çıkarlarına da. PJAK’ın açıklaması her iki tarafa da mesafeli dursa da bu işin Suriye’ye dönebileceğini düşünüyor. Öylesi bir beklenti var. Birçok tarafta da bu beklenti var. Fakat ben kişisel olarak biraz önce de belirttim. Bu iş Suriye’ye de dönse uzun süreli bir mücadele isteyecek. Kısa süreli bir şey olmaz. Bu uzun süreli çatışmalar içerisinde ciddi bir değişim olur. Fakat bu son çatışmalar da direk Suriye’ye evirilecek demek çok erken. Bence ABD İsrail ile İran bir uzlaşma noktası bulacak. İran’ı daha kabul edilebilir, daha makul bir pozisyona çekecekler. Böylesi bir durumda İran’ın tepkisi o güçlere (Suriye gibi olacak beklentisi içinde İsrail yanlısı hareket eden güçlere) yönelir. Bu da o güçlere kaybettirir. Bence uzlaşma olur. Zamanla ekonomik bakımdan İran’ı yıpratırlar, rejimi yıpratırlar, bir rejim değişikliği yapmak isterler ama bu çatışmadan ziyade biraz daha yıpratma ve zamana yayarak olacak. Bu düşüncedeyim. PAK’ın (Partiya Azadîya Kurdistan) bir açıklaması vardı. Doğrudan İsrail’i destekleyen, rejim karşısında ayaklanmaya çağıran bir açıklaması olmuştu. PJAK’ın biraz daha temkinli de olsa ucu açık bırakılmıştı. Bu rejimin karşısında durmak gerekiyor’ minvalinde bir açıklama. Doğalında İsrail’e yakın görülüyor. Her iki yaklaşımın tam tersi yaklaşım da yani İran’ı destekleyen yaklaşım da İsrail’i destekleyen yaklaşıma da böylesi bir dönemde girmek çok doğru olmayacak. İtidalli yaklaşmak en iyisidir. Bunun yerine Kürtlerin birlik olması, birlik halinde hareket etmesi daha önemli. Çağrıların bu temelde olması lazım.”
MA / Ahmet Kanbal