Abdullah Öcalan: Sistemi İngiltere kurguladı, Türkiye icra etti 2023-01-28 09:10:24 HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan, kendisine dönük "Büyük Gladio Komplosu"nun en önemli bölümünün İmralı’da yaşama geçirilmeye çalışıldığına işaret ederek, "Bu sistemi kurgulayan İngiltere’ydi, icrası da Türklerin payına düştü" dedi.    PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıkarılmasıyla başlayan ve 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirilmesiyle devam eden uluslararası komplo 24'üncü yılını geride bıraktı. Öcalan, Türkiye'ye getirildiği günden bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde ağır tecrit koşulları altında tutuluyor. Öcalan, cezaevi sürecinde yaptığı değerlendirmeler ve kaleme aldığı kitaplarında, kendisine yönelik komployu ABD'nin başını çektiği NATO'nun "en büyük operasyonu" olarak nitelendirdi. Öcalan, ayrıca komployu, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmesinin kilit adımlarından biri olduğunun altını çizdi. ABD'nin istihbarat örgütü CIA'nın komploya dair, “Terörizme karşı bir operasyon başarısı” açıklaması da Öcalan'ın değerlendirmelerini doğruladı.     BÜYÜK GLADİO KOMPLOSU   PKK Lideri Öcalan, "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü" kitabında, “Büyük Gladio Komplosu” başlığında komploya dair geniş değerlendirmeler yaptı. Öcalan, söz konusu bölümde İmralı sürecinde komplonun arkasındaki odakları derinden irdeledi. "Büyük Gladio Komplosu’nun en önemli bölümünün İmralı’da yaşama geçirilmeye çalışıldığını belirten Öcalan, kendisini İmralı Adası’na getiren Engin Alan’ın görevi, kendisini karşılayan Avrupa Birliği (AB) Konseyi yetkilisinin yaklaşımının komployu açıklayıcı nitelikte olduğunu kaydetti. Öcalan, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın özel danışmanı General Leopoldo Galtieri’nin açıklamaları, AB Siyasi Komiserliğinden yetkilinin yaklaşımı ve Özel Kuvvetler Komutanı Engin Alan’ın rolüne işaret ederek, komplonun baştan sona NATO Gladio’su tarafından yürütüldüğünü ifade etti.    Öcalan, "Daha sonra ortaya çıkan bu gerçeklerden önce de beni etkisizleştiren gücün Türk hükümeti güvenlik güçleri olmadığından şüphe etmiyordum, ama operasyon mekanizmasını tam kavrayamamıştım. Süreç gerçekte olduğundan çok farklı yansıtılıyordu. Türk hükümeti bastırıyor ve sonuç alıyor gibi bir hava ısrarla yaratılıyordu. Başbakan Bülent Ecevit’in beni niçin yakaladıklarını ve Türkiye’ye iade ettiklerini anlamadığını söylemesi bile bu iddiamı doğrulayıcı önemli bir kanıttır. Gelişmeler çözümlenip netleştirildikçe, iddiam daha da doğrulanacaktır.”   'İNGİLTERE KURGULADI, TÜRKİYE İCRA ETTİ'   Komplo sonrası kendisi için ABD’nin arkasında olduğu ve AB’nin kontrol ettiği bir sistemin icat edildiğine dikkati çeken Öcalan, "Bu sistemi kurgulayan İngiltere’ydi, icrası da Türklerin payına düşmüştü” dedi. Komplonun ardındaki felsefi ve politik zihniyeti anlamanın büyük önem taşıdığına vurgu yapan Öcalan, “Sıkça komplonun asırlık bir temeli olduğundan bahsediyor, döne dolaşa bunu açıklıyorum. Her dönemin kilometre taşı olan komplolardan bahsettim. Bunlardan sadece Kürtlere yönelik olanlarından Hamidiye Alayları komplosu, 1914 Bitlis’teki Melle Selim, 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı ve 1937 Dersim komploları, 1959’da 49’lar ve 1960’ta 400’ler Davaları, Faik Bucak’ın öldürülmesi ve Sait Kırmızıtoprak’ın KDP tarafından katledilmesi, yine PKK’nin ideolojik aşamasından günümüze kadar aynı zihniyet tarafından organize edilen yüzlerce komplo bir çırpıda sıralanabilir. Komploları düzenleyenler bunu ustaca düzenlenmiş iktidar sanatı saymaktadırlar. Yani komplo iktidar sanatının en önemli aracı ve ruhu durumundadır. Bu sanat Kürtler için kesinlikle komplo temelinde yürütülmek durumundaydı. Komplonun açıktan bir yöntemle uygulanması, öyküdeki çocuğun ‘Anne bak, kral çıplak’ demesine benzer bir duruma yol açacaktı. Hedefinde soykırıma dek giden uygulamalar bulunan bir iktidar gücünün elinde komplo dışında bir araç ve buna yön veren zihniyet yoktur. Burada önemli olan, komploya dahil olan güçlerin doğru tanınması ve tanımlanmasıdır” diye belirtti.   ÇELİŞEN GÜÇLER KOMPLODA BULUŞTU!   Öcalan, birbiriyle çelişen güçlerin de komploda buluştuğuna işaret ederek, "ABD’den Rusya Federasyonu’na, AB’den Arap Birliği’ne, Türkiye’den Yunanistan’a, Kenya’dan Tacikistan’a kadar birçok devlet komploya dahil olmuştu. Asırlık düşmanlar olan Türkler ve Yunanlıları birleştiren neydi? Neden benim sırtımdan bu kadar ilkesiz ittifaklar veya çıkar birlikleri kuruluyordu? Örneğin İngiltere bu güçler içinde en tecrübelisidir. Benim Avrupa’da politika yapmamam için ilk işaret fişeğini sıkan güçtür. Avrupa’ya adım atar atmaz beni hemen ‘persona non grata’, yani ‘istenmeyen kişi’ ilan etmişti. Bu basit bir adım değildi, sonucu önceden belirleyen adımlardandı. Peki, Humeyni için, Lenin için bile alınmayan böylesi bir tavır, neden hemen benim için alınmıştı? Savunmamın birçok bölümünde buna yönelik birçok ipucunu açıklamaya çalıştım. Bu nedenle fazla tekrarlamaya gerek yoktur. Özcesi, Ortadoğu’ya yönelik iki yüz yıllık hegemonik hesapları önünde, özellikle Kurdistan politikasından ötürü (özetle ‘Ver Kerkük-Musul’u, yok et kendi sınırlarındaki Kürtleri’ politikası nedeniyle) ciddi bir engel olarak ortaya çıkmıştım. Bütün planları ve uygulayıcıları karşısında tehlikeli olmaya başlamıştım" belirlemesinde bulundu.   KURDİSTAN’IN KİLİT ROLÜ   ABD’nin BOP’u devreye koymak istediğini, bunun için Kurdistan’daki gelişmelerin kilit önemde olduğuna dikkat çeken Öcalan, şunları belirtti: "Mutlaka etkisizleştirilmem en azından konjonktür gereğiydi. Tasfiye edilmem o günler için küresel politikalarına uygun düşmekteydi. Kurdistan üzerindeki mücadele hegemonik hesaplar açısından kilit roldeydi. PKK’nin ideolojik ve politik konumu hegemonik hesaplarla açık çelişki içindeydi. Dolayısıyla tasfiye edilmem bu hesapların önünün açılması anlamına geliyordu. İmralı döngüsünde tüm bu tarihsel hesaplar şahsımda yeniden canlandırıldı. İmralı sürecini çözümleyebilmem için uzun bir tarihsel temeli bulunan güncel çıkar çatışmalarının farkına varabilecek bir bilince sahip olmam gerekiyordu. Hegemonik sistemin komplo hesaplarında çok dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de ustaca planlanmış ve son iki yüzyılda uygulanan bölgeye ilişkin ‘böl-yönet’ politikalarına alet olmamak, özellikle derinleştirilmesi hedeflenen Türk-Kürt çatışmasında bu güçler yararına kullanılmamaktı” ifadelerini kullandı.   'İSRAİL-FİLİSTİN İKİLEMİ YARATILMAK İSTENDİ'   “Komplo şahsımda sadece Kürtlere değil, Türklere de yapılmıştı” tespitinde bulunan Öcalan, şu değerlendirmeyi yaptı: "Teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayanların niyeti ‘terör’ün sona erdirilmesi ve çözüm olmayıp, bir yüzyıl daha sürecek şekilde anlaşmazlığın temelini derinleştirmekti. Beni komploya düşürmeleri bu niyetleri için ideal bir fırsat sunmuştu. Bu fırsatı sonuna kadar kullanmak isteyeceklerdi. Aksini düşünmek mümkün değildi. Çünkü isteselerdi, bu yöndeki çok olumlu gelişmelere katkı sunabilirlerdi. Oysa işleri sürekli çıkmaza sürüklüyorlar, sorunu çözmek yerine tam bir kördüğüme dönüştürüyorlardı. Tipik bir İsrail-Filistin ikilemi yaratılmak isteniyordu. Nasıl ki İsrail-Filistin ikilemi yüzyıldır Ortadoğu’da Batı hegemonyasına hizmet etmişse, ondan çok daha büyük boyutlu olan Türk-Kürt ikilemi de en azından bir yüzyıl daha hegemonik hesaplarına hizmet edebilirdi. Zaten 19. yüzyılda bölgedeki birçok etnik ve mezhepsel sorunun geliştirilmesinde ve çözümsüz bırakılmasında aynı amaç güdülmüştür. İmralı gerçeği bu yöndeki ham bilgilerimi iyice olgunlaştırdı. Fakat karşımda duran en önemli sorun, bunu Türk yönetici elitine kavratabilmekti.”   'KOMPLO TÜRKLERE YAPILDI'   Komplonun kendisinden ve Kürtlerden daha çok Türklere yönelik olduğunu vurgulayan Öcalan, İmralı sürecini "bu oyunu bozmak için ideal bir platform" olarak değerlendirdi. Öcalan, "Bunun için gerekli olan teorik temelimi güçlendirdim. Barışın ve siyasi çözüm koşullarının bütün felsefi ve pratik argümanlarını geliştirdim. Demokratik siyasi çözümün özgünlüğü üzerinde yoğunlaştım. Zorlu ve sabır isteyen bu çalışmalar komplonun kısırdöngülerini kırabilir ve çözüm alternatiflerini geliştirebilirdi. Bu konuda kendime güvenmekten başka çarem yoktu. Aslında komplo sürecinde rol alanların niyeti farklıydı. Benim şahsımda PKK’nin ve Özgürlük Hareketi’nin bitirilişini sağlamak istiyorlardı. Cezaevi uygulamaları, AİHM ve AB’nin tüm yaklaşımları bu ana amaçla bağlantılıydı. Benden arındırılmış bir Kürt Hareketi hedefleniyordu. İğdiş edilmiş, efendilerinin hizmetinde olan geleneksel işbirlikçiliğin modern bir versiyonu oluşturulmak isteniyordu. Özellikle ABD ve AB’nin uzun vadeli çalışmaları bu doğrultudaydı. Türk yönetici elitiyle bu temelde ittifaklara açıklardı. Özcesi, özellikle İngiliz hegemonyacılığının önce işçi sınıfı hareketinde, daha sonraları ulusal kurtuluş hareketleriyle devrimci-demokratik hareketlerde başarıyla uyguladığı bu iğdiş etme modeli, liberal insan hakları ve özgürlükleri yöntemiyle başarıya ulaşmıştı. Devrimci önderleri ve örgütleri tasfiye etmişlerdi. Yüzlerce yıldır uyguladıkları tasfiye yöntemlerinin bir benzeri PKK’ye ve devrimci, kolektif özgürlük ve eşitlik hareketine uygulanıyordu. İmralı sürecinden beklenen esas sonuç buydu; üzerinde çokça çalışılan ve ustaca uygulanmak istenen plan buydu. Strateji ve taktikler bu plan çerçevesinde geliştiriliyordu. Benim bunlara mukabil geliştirdiğim savunma ne klasik ortodoks dogmatik tutuma, ne de kendimi kurtarmaya ve koşullarımı iyileştirmeye dayanıyordu. Savunmama yön veren şey ilkeli, halkların tarihsel ve toplumsal gerçekliğine uygun onurlu barış ve demokratik çözüm yolu oldu” değerlendirmesinde bulundu.    MA / Özgür Paksoy   Yarın: 'Ben Türkiye’nin değil, komplonun mahkumuyum'