Anne Pertsch: Mülteci kadınlar için her adımda gerçek bir tehlike var 2025-11-26 09:30:59 HABER MERKEZİ - Savaş, yoksulluk, baskı nedeniyle göçe zorlanan kadınlar için göç yolu ve kamplarda hiçbir güvencenin olmadığını söyleyen Equal Rights Proje Koordinatörü Anne Pertsch, "Her adımda gerçek bir tehlike var" dedi.  Dünyada, savaş ve yoksullaştırıcı politikalar nedeniyle her yıl milyonlarca insan göçe zorlanıyor. Bundan en çok etkilenen ise yine kadınlar ve çocuklar. Zorla yerinden edinilmiş 122 milyon insanın yaklaşık yüzde 50'si kadın ve kız çocuklarından oluşuyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi (UNHCR) 2025 raporuna göre, kadınlar ve kız çocukları cinsiyete dayalı şiddet ve istismara karşı en kırılgan kesim olarak öne çıkıyor. Mülteci kadınların 36 milyonu temel kadın hizmetlerinden mahrum kalma riskiyle karşı karşıya bulunuyor.   Cinsel ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimde de sorunlar yaşanıyor. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) 2025 raporuna göre, Suriye ve çevresindeki yerinden edilmiş kadınların yüzde 38'i temel sağlık ve cinsiyete dayalı şiddete karşı sunulan destek hizmetlerine ulaşamıyor. Psikolojik destek ve hukuki yardım eksikliği, kadınları hem ev içi hem toplumsal şiddete karşı savunmasız bırakıyor.   Türkiye'de ise Uluslararası Göç Örgütü - Yerinden Edilenleri İzleme Matrisi (IOM/DTM) Mart 2025 raporuna göre, yaklaşık 3,7 milyon geçici koruma altındaki Suriyeli arasında kadın ve çocuklar barınma, hijyen ve güvenli yaşam alanına erişimde ciddi riskler taşıyor. Özellikle kalabalık ve güvencesiz konutlar, istismar ve şiddet riskini artırıyor.   Göçe zorlanan kişilere hukuki destek sunan Yunanistan-Almanya merkezli sivil toplum örgütü Sınırların Ötesinde Eşit Haklar'ın (Equal Rights) verilerine göre; göç yolundaki kadınlar hem yasal hem fiili koruma boşluklarına ve cinsel şiddete maruz kalıyor.    Bu tabloya rağmen Avrupa'da göç rejimi giderek sertleşiyor. Avrupa Birliği (AB) Konseyi'nin 2024'te onayladığı yeni Göç ve İltica Reformu, sınır prosedürlerini hızlandırırken veri toplama ve gözaltı uygulamalarını genişletmesi nedeniyle insan hakları örgütleri tarafından "koruma hakkını zayıflatan" bir adım olarak niteleniyor. Almanya'da yürürlüğe giren yeni nitelikli göç yasalarının iş gücü açığını kapatmayı amaçladığı belirtilse de iltica başvuruları reddedilen kişilere yönelik hızlandırılmış sınır dışı uygulamaları nedeniyle eleştiriliyor. Yunanistan'da ise 2025'te kabul edilen ve izinsiz ikameti suç kapsamına alan sert göç yasası ise sığınmacıları kriminalize ettiği ve uzun süreli tutukluluğa kapı araladığı gerekçesiyle uluslararası kuruluşların tepkisini çekiyor. Hak örgütleri, AB genelinde güvenlik odaklı politikaların özellikle kadın ve çocuk mültecileri daha fazla güvencesizliğe ittiğini vurguluyor.   Equal Rights'ın Berlin Ofisi'nin Proje Koordinatörü ve avukat Anne Pertsch 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü kapsamında mültecilerin durumuna ve çalışmalarına dair Mezopotamya Ajansı'na (MA) konuştu.      'YENİ YASALAR DIŞSALLAŞTIRMAYI GÜÇLENDİRİYOR'   AB ülkelerindeki göç ve iltica aleyhine çıkarılan yasalara işaret eden Anne Pertsch, "Son yıllarda çıkarılan yasa ve uygulamaların büyük çoğunluğunun insanları korumayı değil, dışsallaştırma çabalarını ve caydırıcılık politikalarını güçlendirmeyi amaçladığını söyleyebilirim. Temel insan hakları büyük ölçüde göz ardı ediliyor; koruma önlemleri ya da destek mekanizmaları ise çoğu zaman öngörülmüyor veya tanınmıyor. Ayrıca, son yıllardaki mevzuat açısından, öncelikle göçmenlere, ama ardından insan haklarını savunmaya çalışanlara yönelik düşmanlık ve ayrımcılığın ciddi şekilde arttığını da gördük. Bu durum son yıllarda yasal düzenlemelere de giderek daha çok yansıyor" diye konuştu.    Yasal düzenlemelerin olumsuz etkisini Almanya üzerinden anlatan Anne Pertsch, "Almanya'nın, ikincil koruma statüsüne sahip kişiler için büyükelçilik prosedürü üzerinden aile birleşimi hakkını askıya almasını örnek olarak ele alabiliriz. Bu durum çoğunlukla Suriyelileri etkiliyor ve bu amaçla getirildi. Çoğu Türkiye'de olmak üzere yıllarca dosyalarının büyükelçilik tarafından incelenmesini ve aile birleşimlerinin onaylanarak Almanya'ya yasal olarak seyahat edebilmeyi beklemiş olan insanlar vardı. Şimdi tüm bu başvurular askıya alındı, beş yıldır bekleyen insanların dosyaları bile donduruldu. Bu durum, yalnızca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) değil, aynı zamanda AB Temel Haklar Şartı'na göre de güvence altına alınmış olan aile hayatı hakkının açık bir ihlalidir. Deneyimlerimize göre bu askıya alma hem Yunanistan'da hem de Almanya'da değişikliklere yol açtı. Son aylarda Türkiye'den Yunanistan'a gelen bekar Suriyeli anne sayısında artış gördük. Birçoğunun Türkiye'de devam eden vize prosedürü vardı ve aile birleşimi başvurusunun büyükelçilik tarafından onaylanmasını bekliyorlardı. Askıdan sonra yollarına Avrupa'ya doğru devam etmeye karar verdiler. AB'de sığınma başvurusu yaptıktan sonra, diğer AB ülkelerinde bulunan aile üyeleri hakkında Yunan makamlarını bilgilendirirler. Bunun üzerine Yunan makamları, ilgili kişilerin aile birleşiminin sağlanabilmesi için Dublin III Tüzüğü kapsamında sığınma prosedürünü devralmaları amacıyla bu ülkelere talepte bulunur. Son aylarda 100'den fazla vakaya destek verdik; bunların yaklaşık yüzde 90'ı Almanya ile ilgiliydi ve çoğu Suriyeliydi. Eşler ve babalar Almanya'da ikincil koruma statüsüyle bulunuyor. Böylece, aslında kadınlar ve çocuklar için çok daha az tehlikeli olması gereken yasal bir yol varken, AB'ye düzensiz şekilde girmek zorunda kaldığını şimdiden gözlemliyoruz" ifadelerini kullandı.    HER ADIMDA GERÇEK BİR TEHLİKE VAR    Kadınların göç süreçlerinde daha kırılgan olduğunu belirten Anne Pertsch, "Cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet tehlikesi, köken ülkesinden kaçışa, kamplara ve Avrupa içindeki yolculuğa kadar her aşamada mevcut. BM'ye göre, Akdeniz'i geçen kadınların yüzde 90'ı tecavüz dahil cinsiyete dayalı şiddet yaşamıştır. Kamplarda kadınların herhangi bir korumaya erişimi yok aksine tehlike daha da büyük. Destek mekanizmaları bulunmuyor, koruma mekanizmaları da yok. Hem Almanya'da hem de Yunanistan'da güvenli alanlar eksik, tuvalet ve duşlar ortak, odalar kilitlenemiyor ve kamplar aşırı kalabalık. Yunanistan'ın dış sınırlarındaki, özellikle adalardaki durum ise çok daha vahim. Kamplarda duyarlı personel eksikliği, özellikle yalnız seyahat eden kadınlar için tehlikeyi artırıyor. Prosedürün her aşamasında kadınlar için risk ve zorluk var. Şikâyet mekanizmaları yok, koruyucu tedbir yok, temel sağlık hizmetine erişim dahi yok. Örneğin geçen yıl Kos'ta 10 ay boyunca doktor yoktu, o sırada kampta 4 bin kişi kalıyordu. Yani kadınların tıbbi yardım alma imkânı yoktu; psikolojik destek ise adalarda neredeyse hayal bile edilemez. Özetle, her adımda gerçek bir tehlike var" diye konuştu.    'KAMPLAR: FİİLİ GÖZALTI MERKEZİ    Kadın ve çocukların maruz kaldığı tehlikelerin çok ciddi olduğunu ifade eden Anne Pertsch, çocukların durumunun özellikle dış sınır kamplarında daha tehlikeli olduğunu ve kampların çocuklar için tasarlanmadığını söyledi. Refakatsiz çocuklar için durumun daha ciddi olduğunu vurgulayan Anne Pertsch, çocukların ana karalardaki barınaklara transferlerinin uzun süredir yapılmaması nedeniyle "güvenli alan" olarak adlandırılan bölgelere yerleştirildiğini söyledi. Anne Pertsch, "Bu alanlar, refakatsiz küçükleri kamptaki diğer kişilerden ayırmak için oluşturulmuş özel alanlar olsa da kapalı yerlerdir ve çocuklar oradan yalnızca polis eşliğinde hastane randevusu varsa çıkabilir. Yani fiilen gözaltı merkezi niteliğinde. Güvenli alan içerisindeki koşullar tarif edilemeyecek kadar kötü. Avukatların ve sivil toplum örgütlerine erişimi yok, içeride faaliyet gösteren tek bir kuruluş var, ancak onlarla işbirliği yapmak oldukça zor. Geçen yıl Samos'taki bir örgüt güvenli alana girmeyi başardı ve koşulların ne kadar vahim olduğunu raporladı. Bu yıl biz de Leros ve Kos'ta güvenli alanda sıkışıp kalmış refakatsiz çocuklarla temas kurmayı ve onları temsil etmeyi başardık. Koşullar korkunçtu. Yüzde 200 oranında bir kalabalık var. Yeterli yatak yok; çocuklar yatakları paylaşıyor veya yerde uyuyordu. Konteynerler kırık, tuvaletlerdeki akıntılar tüm alana yayılıyordu. Koşullar nedeniyle ciddi şiddet olayları yaşanıyordu. Bu durumda olan 28'den fazla çocuğu AİHM'e taşıdık ve mahkeme tüm çocukların güvenli alandan çıkarılmasına ve ana karada çocuk dostu barınaklara yerleştirilmesine hükmetti. Ancak bu kararın uygulanması bile zaman aldı" diye belirtti.    Yunanistan'da özellikle kadınlara yönelik neredeyse hiçbir destek mekanizması olmadığını belirten Anne Pertsch, uluslararası kuruluşların fon kesintileri nedeniyle kadınlara yönelik programlar ve sivil toplum örgütlerinin sayısının azaldığını kaydetti. Anne Pertsch, "Ulusal hukuka göre herkes için geçerli olan en temel mekanizmalar bile, örneğin bir olaydan sonra polis merkezine gidip şikâyet kaydı oluşturmak gibi haklar göçmen kadınlar için erişilebilir değil. Bazı vakalarda, cinsel saldırı mağdurlarından şikâyet kaydı açmak için 100 euro talep edildiğini biliyoruz ve bu tamamen yasa dışı. Yoğun hukuki çaba sonucu polis 'cinsel saldırı şikâyeti için ücret talep edemeyeceklerini' kabul etmek zorunda kaldı. Bu bile koruma mekanizmalarının ne kadar eksik olduğunu gösteriyor. Almanya'da durum biraz daha iyi, ama büyük ölçüde kâğıt üzerinde" diye belirtti.   KAMPLARIN KOŞULLARI   Kadınların göç süreci ve kamplarda nasıl mücadele ettikleri ve dayanıştıklarına dair konuşan Anne Pertsch, kamplarda dayanışma yapılarını oluşturmanın neredeyse imkansız olduğunu belirterek, şunları söyledi: "Bence zaten en büyük dayanıklılık örneği, kadınların bu kamplarda hayatta kalabilmesidir. Yaşadıkları her şeye rağmen normal bir yaşam sürdürmeye çalışıyorlar, çocuklarına bakıyorlar, birbirlerine destek oluyorlar, küçük dayanışma grupları kuruyorlar. Bir kadınla konuştuğumuzda, öğrendiği bilgiyi hemen diğer kadınlarla paylaştığını ve birlikte çözüm aradıklarını görüyoruz, bize birlikte başvurmaları bile bunun bir örneği."    Yunanistan'daki adalarda göçmenler ve sığınmacılar için 2020'lerin ortalarından itibaren uygulamaya konulan yeni tip gözaltı ve barınma merkezleri olan Kapalı Denetimli Erişim Merkezleri'nin (CCAC) adalardaki insanların hayatını tamamen kısıtladığına da değinen Anne Pertsch, "Önceden Moria gibi açık ama kötü bir kamp vardı; en azından insanlar hareket edebiliyordu. Ancak yeni merkezler kelimenin tam anlamıyla gözaltı merkezleri gibi. Her şey kontrol altında, her şey engellenmiş durumda. İçeride normal bir hayat varmış gibi davranmak bile zor. Gördüğümüz en büyük dayanıklılık, kadınların koşullara rağmen her günü bir şekilde atlatabilmesi" dedi.   AVRUPA'NIN POLİTİKASI    Göçmenlerin yaşadığı pek çok sorunun önemli olduğunu kaydeden Anne Pertsch, özellikle yakın tarihlerde ilticaya erişimin engellenmesindeki artışın kaygı verici olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti: "Girit'e gelenlerin başına geldiği gibi idari kararla iltica hakkının toplu olarak reddedilmesi son derece ciddi. Polonya da aynı şeyi yapıyor. Aynı zamanda göçmenlere yönelik ayrımcılık ve cezalandırma artıyor. Yunanistan'da özellikle insan hakları savunucuları da hedef alınıyor. Bir diğer temel sorun da bu yılki reformla daha da yasallaştırılacak toplu gözaltı uygulamaları oldukça ciddi. Siyasi açıdan ve Avrupa kurumları açısından bakıldığında, uluslararası hukukla güvence altına alınan hak ve güvencelerin, söz konusu hareket hâlindeki insanlar olduğunda ne kadar açık bir şekilde hiçe sayıldığı gerçekten hayret verici. Bu durum yalnızca insani açıdan değil, hukukun üstünlüğü ve demokrasi açısından da son derece endişe verici. Yapılması gereken çok fazla acil iyileştirme var. Ancak genel olarak herhangi bir gerçek değişiklik için, Avrupa'nın caydırıcılık ve dışsallaştırma politikasından vazgeçmesi ve bireyi yeniden politikanın merkezine koyması gerekiyor. Bu yapılmadığı sürece hiçbir iyileşme olmayacaktır."   MA / Hîvda Çelebi