Ege İnsan Hakları Okulu’nda ‘toplumsal adalet’ tartışıldı

img
İZMİR - Ege İnsan Hakları Okulu Çalıştayı'nın 2'nci gününde, insan hakları ve toplumsal adalet tartışıldı. İzmir Barosu Başkanı Özkan Yücel, hukukun muhalifler için sopa olarak kullanıldığını belirterek, mücadele birlikteliğinin önemine vurgu yaptı.
 
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Dünyada İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Avukatlar Birliği (ELDH), Avrupa Demokrat Avukatlar Birliği (AED) ile İzmir Dayanışma ve Bilimsel Araştırma Derneği tarafından düzenlenen Uluslararası Ege İnsan Hakları Okulu 2022 Sonbahar Çalıştayı, 2’nci gününde devam ediyor. İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan Nesin Matematik köyünde 4'üncüsü düzenlenen çalıştayda, İzmir Barosu Başkanı Özkan Yücel günün açılış konuşmasını yaptı.
 
Yüksek mahkeme kararlarını tanımayan bir faşizmle karşı karşıya olduklarını vurgulayan Yücel, adaletin önemine vurgu yaptı. Yücel, “Adalet bu ülkenin en değerli şeylerinden birisi. Ona ulaşmak için mücadele etmemiz gerekiyor. Bu ülkede çok fazla siyasi tutuklu var. Bir kısmını siyaseten, bir kısmını karanlık iklimi sürdürmek için içeride tutuyorlar. Hukuku, muhalifler için sopa olarak kullanıyorlar. Ya teslim olacağız ya da mücadele edeceğiz. Buradakiler mücadele etmeyi seçenler” dedi.
 
MÜCADELE BİRLİKTELİĞİ
 
Mücadele hatlarının sürekli olarak bölünmek istendiğini kaydeden Yücel, hak siyasetinin yurttaşların özne olduğunu ve hiçbir mücadele hattının birbirinden ayrı olmadığını söyledi. Yücel, şöyle konuştu: “Karadeniz’in dağlarında yeşil yol için verilen mücadelenin, burada tutsaklar için verilen mücadelenin parçası olduğunu fark etmek zorundayız. İktidar kendinden başka hiçbir değeri tanımadığını biliyoruz. Onun için kendi değerlerimizi üretmek ve ortaklaşmak zorundayız. Özgürlüğümüzden yoksun bırakmak isteyenlere inat mücadeleyi sürdüreceğiz. Acılar çekiyoruz ama kazanan biz olacağız.”
 
KOLEKTİF CEZASIZLIK 
 
Çalıştay, ÖHD İzmir Şubesi üyesi avukat Türkan Aslan Ağaç’ın moderatörlüğünde, “İnsan hakları ve toplumsal adalet” başlıklı oturumla başladı. Oturumda ilk olarak konuşan akademisyen ve İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi üyesi Aslı Odman, işyerinde sağlık hakkının yaşam hakkının bir parçası olduğunu söyledi. Bu yaşam hakkının ihlali durumunda kolektif bir cezasızlıkla karşı karşıya kalındığını kaydeden Odman, “Bireysel yaşam hakkını savunmak için şirketlerin cezasızlığına karşı kolektif bir örgütlenme gerekiyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusu bir kamu güvenliği meselesidir. Tekil gibi görünen biriktikçe ortaya çıkan iş cinayetleri rasyonel bir sisteme dönüşmüş durumda. İşçi sağlığı ve iş güvenliğini özel alandan çıkarıp kamu güvenliği sorunu olarak görmek, işçi sağlığını halk sağlığı alanına sokmak gerekiyor” dedi.
 
ŞİRKET SUÇLARI
 
İSİG Meclisi’nin açıkladığı işçi cinayeti verilerine değinen Odman, “Kapitalizmin nabzının attığı yerde öldürüyor. Bu veriler bize insanı işçiye doğayı kaynağa çevirdiği alanları veriyor. Bunlar aynı zamanda birer mücadele alanları. Türkiye kapitalizminin enkaz bilimini ortaya koyuyor. Birde bunun 5-6 misli meslek hastalığından insanın öldüğünü biliyoruz. Akciğer kanserinden ölen bir işçi ya da Kangal’da siyanürlü altın madeninin yanında kanserden ölen bir çiftçi kayda alınmıyor. Resmi verilere göre, Türkiye’de meslek hastalıklarından kimse ölmüyor. Yavaş ölümlerde suçun kanıtlanması çok zor. Hukuk bunun kanıtlanması için çok önemli olabilir. Fail özne olarak devlet rejiminden bahsettik. Ben odağımızı şirkete kaydırıp şirket suçu kavramını kullanıyorum. Şirketlerinde suç faili olabilecekleri biliyoruz” diye konuştu.
 
‘SİSTEM REFORMLA DÜZELMEZ’
 
Ardından ÖHD üyesi Ruken Gülağacı’nın moderatörlüğünde oturumun ikinci bölümüne geçildi. Bu bölümde ilk olarak konuşan Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, çöken sistemi yeniden inşa etmek gerektiğini söyledi. Sistemin reform ya da restorasyonla düzelmeyeceğini vurgulayan Fincancı, “Sadece sağlık sistemi çökmedi. Var olan tüm yapılar çöktü. Dünyada insan haklarına dair oluşturulan belgelerde ve insan haklarında aşınma oldu. TTB olarak ‘kamyonun altında sağlık sistemi kaldı. Biz bunun altından kalkarız’ dedik. Bunun için önümüzdeki dönem daha sert bir mücadeleyle geçecek. Biz donanımızı arttırıyoruz. Etkili çalışmalar yürütüyoruz. Hiç ara vermeden mücadeleyi sürdürüyoruz. Onun için bu durumun altından kalkarız” şeklinde konuştu.
 
HEKİM SORUMLULUĞU
 
İnsan haklarında hekim sorumluluğuna dikkat çeken Fincancı, hekimlerin işkence gibi vakalarda durumu belgelemesi gerektiğini aktardı. Bunun her zaman kolay olmadığını ve devletin suçlama ve baskısıyla karşılaşıldığını belirten Fincancı, şunları söyledi: “Devletin en büyük karın ağrılarından birisi sokağa çıkma süreci ve orada gerçekleşen ağır insan hakları suçlarıdır. Yüzlerce sivilin ölmesine, binlerce insanın yerinden göçmesine neden oldular. Bununla ilgili bir kanıt var elimizde. ‘Teröristler vardı’ denilen borumda bir çocuk çenesi bulduk. Yine bize davalar açıp mesleklerimizden ihraç ettiler. Ama hekimin belgeleme sorumluğu olduğunu unutmayalım. Hekim bir kişiyi kelepçeli olarak, kolluk görevlilerinin bulunduğu bir yerde muayene edemez. Hekimler yargılanabilir ama yanlarında meslek örgütleri olduğunu unutmasın. Ben 40 yıldır bu işlerle uğraşıyorum ve hala buradayım.”
 
MÜLTECİLER KULLANILIYOR
 
Oturumda son olarak konuşan Yunan avukat ve Avrupa Demokrat Avukatlar Grubu Genel Sekreteri Giota Massouridou ise, mültecilerin nereden gelirse gelsin sistem tarafından kullanıldığını dile getirdi. Devletlerinin yaptığı anlaşmalar nedeniyle açık hak ihlalleri yaşandığını kaydeden Massauridou, “Bunlardan bir tanesi geri gönderme. Geri gönderme bir suç ve bu suç içerisinde yasa dışı gözaltı ve tutuklamalar oluyor. Bu süreçte işkence, vahşi biçimde müdahale edip eşyalarını gasp etme, tecavüz ve taciz vakaları oluyor. Bu kişiler tekrardan nehir ve denizlere itiliyor ve çoğu zaman ölümle sonuçlanıyor. Bu durum çoklu suçları içeriyor. Bununla ilgili yasal soruşturma yürütülmüyor. Buradaki boşluk giderek büyüyor. Bu geri itmeler olurken Avrupa kapılarını kapatmak ve vahşet uygulayarak olası mültecilere ‘gelmeyin’ diyor” ifadelerini kullandı.
 
KISITLI HAYATLAR
 
İkinci bir ihlalin mülteciler için hapishaneye dönüştürülen Yunan adaları olduğunun altını çizen Massauridou, şöyle devam etti: “İnsanların bu adalardan çıkması daha maliyetli bir hale geldi. Bu insanlara sığınma vermiyorlar. Çalışamıyor hatta okula gitmesine bile izin verilmiyor. Çok kısıtlı bir hayat yaşıyorlar. Sığınmacılara yardım etmek isteyenleri kriminalize ediyorlar. Binlerce euro para cezaları kesiliyor. Burada göçmen düşmanlığının ve faşizmin yükseldiğini görüyoruz. Ekonomik sosyal problemler faşizmin yükselmesi için kullanılıyor.”
 
UKRAYNA SAVAŞI
 
“Ukrayna savaşıyla birlikte Avrupa değerlerini hatırladı” diyen Massauridou, “Biz bunun bir çifte standart ve iki yüzlülük olduğunu biliyoruz. Ukraynalılara yapılan muamele diğer mültecilere de uygulanmalı. Ancak Ukrayna’dan kaçanlar içinde sorunlar ve karşılanmayan ihtiyaçlar var. Özellikle kadınları ve kız çocukları sömürmeye hazır bir mekanizma var. Kimse savaşmak istemeyen Ukraynalıları düşünmüyor. Aynı zamanda Avrupa’da Rus fobisi yükseldi. Ukrayna’ya gidip savaşmak istemeyen Ruslara ne olacak. Sonuçta onlarda mülteci. Tüm bu sorunlara karşı sivil toplum kuruluşları ve hak savunucuları ortak bir mücadele yürütmeli” diye konuştu.  
 
Çalıştay, “Adalet krizi derinleşirken toplumsal hareketlerin durumu” ve “Yerel yönetimler ve toplumsal hareketler” başlıklı oturumlarla devam edecek.